Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Veli Şahin
Veli Şahin

Türkiye işçi sınıfı: Var olmak mı, güç olmak mı?

Türkiye’de işçi sınıfı son çeyrek yüzyılda sayısal olarak olağanüstü bir büyüme kaydetti. Fabrikalar çoğaldıkça, sanayi bölgeleri yayıldıkça, özellikle Anadolu’nun dört bir yanında yeni yeni proleter kitleler ortaya çıktı. Hizmet sektörü patladı, alışveriş merkezleri, çağrı merkezleri, lojistik depolar milyonlarca genç işçiyi içine çekti. Ancak bu görkemli nicel büyümenin gölgesinde vahim bir gerçek yatıyor: işçi sınıfı “var olmak” ile “güç olmak” arasındaki açmazı yaşıyor.

Eskinin sendikalı, bilinçli, haklarını korumak için mücadele eden işçi kuşağı yerini, güvencesiz, örgütsüz, sendikasız ve bireysel kurtuluş peşinde koşan yeni bir kuşağa bıraktı. Kamu işletmelerinin özelleştirilmesiyle birlikte sınıfın en bilinçli kesimleri tasfiye edildi. Büyük sanayi merkezlerindeki o görkemli işçi dayanışması, yerini parçalanmış, dağınık ve birbirinden habersiz kitlelere bıraktı. Eski kuşak işçilerin mücadele deneyimi ile yeni kuşağın güvencesiz çalışma koşulları arasında giderek büyüyen bir uçurum var. Deneyim aktarımının kesintiye uğraması, genç işçi kuşağını adeta tarihsiz bırakıyor. Bu kopukluk, kolektif bilincin oluşmasını engelleyen en önemli faktörlerden biri haline geliyor. Sermaye sınıfı ise bu parçalanmışlığı, çarpıtılmış-tahrip edilmiş hafızayı ustalıkla kullanıyor.

Grevler yasaklanıyor, sendikalar işlevsizleştiriliyor, toplu sözleşme hakları budanıyor. İşçiler o kadar yoğun bir geçim derdine düşürülmüş durumdaki, hak aramak bir yana, yarın işe gidip gidemeyeceğinin kaygısını yaşıyor. Siyasi alanda ise durum daha da vahim: İşçi sınıfı kendi taleplerini dayatacak bir siyasi güç oluşturamadığı gibi, başkalarının siyasi hesaplarında figüran rolüne mahkûm olmuş durumda.

Türkiye’de işçi sınıfının kendisi için bir sınıf haline gelmesinin önünde yükselen engeller, onu adeta bir labirente hapsediyor. Ekonomik baskılar en temel engel olarak karşımıza çıkıyor. Ücretlerin alım gücünün hızla eridiği, kiraların ve temel ihtiyaçların fiyatlarının sürekli yükseldiği bir ortamda işçiler, en küçük bir riski dahi göze alamaz hale gelmiş durumda. Bir haftalık ücret kaybı bile aile bütçesinde onarılması zor yaralar açabiliyor. Bu durum, hak arama mücadelesinin önünde görünmez ama son derece güçlü bir set oluşturuyor.

Örgütsüzlük sorunu ise bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Sendikaların bürokratikleşmesi ve işçi sınıfından kopuk hale gelmesi, örgütlü mücadelenin önündeki en büyük engellerden biri. Bir zamanlar işçi sınıfının güçlü kalesi olan sendikalar, artık çoğu işçi için uzak ve ulaşılmaz kurumlar haline gelmiş durumda.

Ancak bu karamsar tablonun içinde bile umut ışıkları görünüyor. Kapitalist sistemin kendi çelişkileri, işçi sınıfını mücadeleye zorluyor. Ekonomik krizler derinleştikçe, işçi sınıfının öfkesi de birikiyor. Son yıllarda patlak veren işçi direnişleri, bu birikimin dışa vurumu olarak okunabilir. Başarılı olsun ya da olmasın, her direniş yeni bir deneyim, yeni bir bilinç katmanı oluşturuyor.

Bugün Türkiye’de sermaye sınıfının kurduğu güç dengesi, görünürde sağlam duruyor. Ancak bu denge, işçi sınıfının biriken enerjisini kontrol altında tutmakta giderek zorlanıyor. Sistemin krizleri derinleştikçe, bu dengenin sarsılma ihtimali de artıyor. İşçi sınıfı, kendisi için bir sınıf olma yolunda adım atabilirse, yalnızca kendi kaderini değil, ülkenin siyasi geleceğini de değiştirebilecek bir güce kavuşabilir.

Bu dönüşümün ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini öngörmek zor. Ancak kesin olan bir şey var: İşçi sınıfının bugünkü edilgenliği, onun tarihsel potansiyelini ortadan kaldırmıyor. Tersine, yaşanan her kriz, her adaletsizlik, bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için yeni zeminler hazırlıyor. Önemli olan, bu zeminlerin farkına varabilmek ve harekete geçmek için gerekli örgütlülüğü yaratabilmek.

Türkiye işçi sınıfının önünde iki seçenek var: Ya bu dağınıklık ve örgütsüzlük içinde sermayenin insafına terk edilecek, ya da tarihin bu kritik dönemecinde yeniden kendi öz gücünün farkına vararak ayağa kalkacak. Unutmamak gerekir ki, hiçbir sınıf mücadelesi yenilgiyle sonuçlanmaz, sadece ertelenir. Bugün görünürde kaybedilmiş gibi duran mücadele, yarın çok daha güçlü bir şekilde geri dönebilir. Asıl mesele buna hazır olup olmadığımızdır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER