Hatırlamanın Bedeli mi deseydim başlığa bilemedim. Hangisi daha çok dürter okuyanı? Benim derdim mi ne?
Bir olayı algıladığımız an ile unuttuğumuz an arasının ne kadar zaman aldığı benim derdim.
Gündem sürekli değişiyor. Peki bu gündem bir şaşırtmaca mı? Hangisi asıl gündem? Bir olayın “önemli” olup olmadığına biz mi karar veriyoruz, yoksa aldığımız tepkiler mi belirliyor bunu? Verdiğimiz tepkiler mi? Gündem yaratmak mı, dayatılan gündemi yaşamak mı?
Toplumca duyarsızlaştığımız bir gerçek. Deprem, savaş, iş cinayeti, kadın cinayeti haberleri, ateşin düştüğü yer biz değilsek, çok da sarsmıyor artık. Yok, sarsıyor da “şükür” diyelim (!) daha sıra bize gelmedi.
Bir acıya tanık olduğumuzda hızla uzaklaşıyoruz. Şahit yazdırılma ihtimali mi ürkütüyor bizi? Hatırlamak mı? Yoksa dahil olup sorumluluk almak mı?
Bir gün öfkeliyiz, ertesi gün o öfkeye sebep olan görsel kampanya bitiyor. Yeni gündeme geçiyoruz.
Acılı anne babaların çocuklarının katillerini ararken yaşadıklarına “şov yapıyorlar” diyenlerden misiniz yoksa? Sakın ha, demeyin!
Acı da mı “tüketilebilir bir malzeme” artık? Acı mı, sorun mu, talep mi, gerek mi, gerçeklik mi, zorunluluk mu?
“Bir trajediye 24 saat dayanıklılığımız var” diyebilir miyiz? Yoksa daha mı kısa?
Nazım Hikmet’in “Karıma Mektup” şiirinde geçen bir dizeyi hatırladım: Piraye ona “sana bir şey olursa yaşayamam” demiş. Nazım da cevap vermiş: “En fazla bir yıl sürer yirminci asırda ölüm acısı.”
Öyle mi gerçekten? Görelidir kanımca. Ölene, kalana, ölüme, yaşamına göreceli…
Unutmak bizi koruyor mu? Yeni dönem kampanyalara “hafıza merkezi” adını vermek bundan mı? Sivas 1993 için Madımak Hafıza Merkezi, kentlerin hafızası, direnişlerin hafızası…
Hatırlamamanın bedelini ödeyelim, hadi!
İşçi ölümleri, yolsuzluk, adaletsizlik, ihmaller sonucu ölümler… Çocuk özneli olanları telaffuz etmek bile zor. Ama hikâyede paylaşmak kolay. “Sen de ekle” formatı yapınca (instagramda olduğu gibi) birleşiyoruz sanıyoruz. Bir şeylere katkı sağladığımızı düşünüyoruz. Gerçekten öyle mi? Tatmin oldunuz mu? Aman ha olmayın çünkü çözüme katkınız olmadı, sorun öylece duruyor.
Algıda geçiciliğe karşı “belleği diri tutmak” mümkün mü?
Bir acı düşüyor ekrana. Bir annenin çığlığı, bir enkaz, bir işçinin ölümü, bir kadının cansız bedeni… Adliye koridorlarında isyanlar, dayanışma çağrıları…
Siyah zeminde beyaz puntolarla altına: #unutmayacağız yazılmış ve hatta #unutturmayacağız bile yazılmış olabilir: “beğen” tuşuna basıyoruz. Ama neyi beğeniyoruz o anda?
Olayı mı? Fotoğrafı mı? Cümleyi mi? Yoksa gerçekten yaşanmış bir acının bizde bıraktığı duyguyu mu?
Belki de o paylaşımı yapan kişinin cesaretini takdir ediyoruz. “Bir işe yaramadı ama çabanı takdir ediyorum.” Ben de seni takdir ederek ve tekrar paylaşım yaparak görevimi yerine getirdim.
Acıyı paylaşmak, onu görünür kılmak tabi ki bir adımdır. Ama asıl mesele, o acının bir sonuç olduğunu görüp o acıyı yaratan sisteme karşı mücadele edebilmekte değil mi? Hafıza merkezleri, dijital arşivler, sadece geçmişi korumak için değil, geleceği kurmak için araç olabiliyorsa işte o zaman harika.
Ama kendime hep şu soruyu soruyorum: Bir acı paylaşımını beğenmek, o acıya ortak olmak mıdır? Yoksa ondan uzaklaşmanın bir biçimi mi?
Ve sonra yine kaydırıyoruz… Bir sonraki video geliyor: renkli, hareketli, güldürücü.
Algı değişiyor. Acının yerini eğlence, eğlencenin yerini bir başka “trend” alıyor. Kısa bir an vicdan yapıyoruz: “Oldu mu şimdi?” Sonra da kendimizi aklıyoruz: “Ama bunu yapmazsam da baş edemem ki…”
Sağ olsun sosyal medyacılar, araya durum analizi yapan görseller ekliyorlar. Kaydırmalı videoların dopamin üzerinden etkisini anlatıyorlar. “Heee, ondanmış demek…” deyip kaydırmaya devam.
Her şey birbirine karışıyor: gözyaşı, kahkaha, reklam… O gün ağzımızdan çıkan bir konuya ilişkin bir ürün bile karşımıza çıkıyor.
Bir olayın “önemli” olup olmadığına biz mi karar veriyoruz, yoksa aldığımız tepkiler mi belirliyor bunu? Verdiğimiz tepkiler mi?
Bana kalırsa verdiğimiz ve vermediğimiz tepkiler en belirleyici olanı.
Eee… #ne duruyorsun be at kendini denize* Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
Hatırlamanın bedelini verelim, namusluca, bütün benliğimizle. **
* https://www.siir.gen.tr/siir/o/orhan_veli_kanik/hurriyete_dogru.htm
** http://siir.me/yasadiklarimdan-ogrendigim-bir-sey-var









YORUMLAR