Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Yağız Barut
Yağız Barut

İzmir’in “Dreyfus” Davası!

“Diğerleri kadar suçlu, hatta onlardan daha suçlu… Çünkü adaleti yerine getirmek elindeydi ama hiçbir şey yapmadı! Yüzbaşı Dreyfus’un suçsuz olduğunu biliyorlar ve bu tüyler ürpertici şeyi kendilerine saklıyorlar. Üstelik bu insanlar uyuyabiliyorlar, eşleri ve çocukları var, onları seviyorlar!”

Fransa ordusunda görevli Yüzbaşı Alfred Dreyfus asılsız bir suçlamayla haksız şekilde yıllarca hapse mahkûm edilir.

Fransız yazar Émile Zola ise bu haksızlığı protesto etmek için 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde “J’accuse…!(Suçluyorum) başlıklı bir mektup kaleme alır.

Girişte yer verdiğim alıntı Zola’nın bu yazısında geçer ve orduyu, hükümeti, yargıyı gerçeği gizlemekle, basını ve kamuoyunu ise adaletsizliğe ortak olmakla eleştirir.

“Suçluyorum” yazısı ülke çapında büyük yankı uyandırır, Dreyfus davası yeniden gündeme gelir ve sonunda Dreyfus’un suçsuzluğu kanıtlanır.

Zola’nın mektubu yüz yılı aşkın süredir bir kalemin adalet için taşıdığı gücü simgelerken, Dreyfus Davası da egemen gücün adaletsizlikleri karşısında hakikat mücadelesinin bitimsizliğini hatırlatır.

***

İşte 127 yıl önce yaşanan bu tarihsel anekdotu, bugün İzmir Kooperatif Davası’nın ikinci duruşmasını anlatmak için anımsatıyorum.

İlk duruşmadan sonraki yazımda davayı “Kafkaesk düzen” kavramıyla aktardım; sanıkların tıpkı Franz Kafka’nın Josef K.’sı gibi “suçun cezasını değil, istenen cezanın suçunu aradıklarını”, nitelikli dolandırıcılık iddiasının hiçbir sanık için somut delille desteklenmediğini ve dosyanın içinin tamamen boş olduğunu ifade ettim.

İkinci duruşmayla ilgili olarak temelde söyleyeceğim şey ise şu… Bu temelsiz davada sanıkların tutuklu yargılanmaya devam etmesi artık bir cezaya dönüşmüş halde!

Oysa ki, değerli Av. Defne Soyer’in belirttiği gibi; Tunç Soyer ve diğer 5 tutuklu sanık, hayati bir konuda ellerini taşın altına koydukları, kamusal sorumluluk üstlendikleri için tutuklu ve ödüllendirilmeleri gerekirken haksız yere 100 günü aşkın süredir cezaevindeler!

Artık açık ki bu dava yalnızca kişileri değil; kamusal yararı önceleyen bir fikri, bir belediyecilik anlayışını, bir toplumsal dayanışma modelini de yargılıyor.

Mahkeme heyetinin iddianamedeki tutarsızlıkları gördüğünü, duruşmaları izleyen herkes görüyor… Ancak buna rağmen tutuklu yargılamanın sürdürülmesi hem adalete olan güveni sarsıyor hem de vicdanları yaralıyor.

Örnekler vererek anlatayım…

  • Kooperatif başkanı Cihangir Lübiç tutuklu yargılanırken, iki kızının ismi de iddianamede mağdur olarak geçiyor. Yani Cihangir Lübiç’in, tüm duruşmaları göz yaşları içinde izleyen kızlarını dolandırdığı iddia ediliyor! Mahkeme heyeti bu durumun absürtlüğünü bilmiyor mu?
  • Tüm mağdurlar sadece inşaatların gecikmesinden yakınıyor, hatta mağduriyetlerinin Temmuz 2024’ten sonra yani Tugay döneminde arttığını ifade ediyor ve sanıkların hiçbirine yönelik herhangi bir ithamda, suçlamada ya da iddiada bulunamıyor. Mahkeme heyeti bu ifadelerden dolandırıcılık çıkmayacağını bilmiyor mu?
  • Son yıllarda ne kamuda ne özelde hiçbir inşaat zamanında bitirilemiyor, açılışlar yıllarca erteleniyor! Bunun İzmir’de en bilindik örneği İzmir Şehir Hastanesi! Ancak inşaat gecikti diye ağır cezada yargılanan bir kişi dahi yok! Dolayısıyla kooperatif inşaatları gecikti diye de kimseye ağır cezada mahkûmiyet verilemeyeceğini, bu gerekçeyle ceza verilmeye başlanırsa Türkiye’de müteahhit kalmayacağını mahkeme heyeti bilmiyor mu?
  • Sanıkların çok büyük bir çoğunluğunun birbirini tanımadığı bir yapıdan dolandırıcılık şebekesi çıkmayacağını, ayrıca İzmir’in en ünlü iş insanları ve belediye kurumunun törenler düzenleyerek dolandırıcılık faaliyetine girişmeyeceğini mahkeme heyeti bilmiyor mu?
  • İddianamede sanıkların kendilerine menfaat sağlamadığı çok açık şekilde ifade ediliyor. Kimin kime menfaat sağladığı ise kesinlikle delillendirilmiyor. Av. Murat Aydın’ın tanımıyla iddianame bu kadar “deli saçması” iken, mahkeme heyeti buradan bir ceza çıkaramayacağını, çıkarırsa da siyasallaşmış yargıya bir tuğla da kendilerinin eklemiş olacağını bilmiyor mu?
  • Heval Savaş Kaya artık İzbeton Genel Müdürü değil ve dolayısıyla delilleri karartmasının imkânı yok! Ayrıca soruşturma 15 ay önce başladı ve Kaya bu süreçte 7 kere yurtdışına çıkıp geri geldi, yani kaçma şüphesi de yok! Bu bilgiler ortadayken, tutukluluğunun devamının adaletle bağdaşmadığını mahkeme heyeti bilmiyor mu?
  • Milyarlarca liralık bütçeler yönetmiş ve hakkında bir tane bile dava açılmamış, tertemiz bir bürokrat olduğu herkes tarafından dile getirilen Barış Karcı, tek bir imza nedeniyle günlerdir hapisteyken, aynı imzayı atan kişilerin serbest kalmasının Karcı açısından eşitlik ve adil yargılanma hakkına darbe olduğunu mahkeme heyeti bilmiyor mu?
  • Mevcut il başkanı olduğu için davanın en popüler isimlerinden olan Şenol Aslanoğlu’nun kaçma şüphesi olmadığını, kaçarsa kendisi açısından rezil bir olay olacağını, yıllardır ismini temiz tutmuş bir iş insanı ve siyasetçinin böyle bir hatayı yapmayacağını ta ilk duruşmadan beri mahkeme heyeti bilmiyor mu?
  • Ve Tunç Soyer’in güvenli konutlar yaratmak için bu modeli oluşturduğunu, üzerine düşen görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştığını, en ufak bir kaçma şüphesinin olmadığını, aksine aklanmak için tüm duruşmalara dimdik geleceğini ve bugün değilse yarın mutlaka tıpkı Dreyfus gibi aklanacağını mahkeme heyeti bilmiyor mu?

Elbette tüm bunları biliyorlar!

O yüzden onlar ve memleket adına üzülerek, 127 yıl sonra Émile Zola’nın mirasıyla, başladığım gibi bitireyim…

“Tüm bu sanıkların suçsuz olduğunu biliyorlar ve bu tüyler ürpertici şeyi kendilerine saklıyorlar… Üstelik bu insanlar uyuyabiliyorlar, eşleri ve çocukları var, onları seviyorlar!”

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER