Hayatın anlamı var mı? Bu soru, çoğu zaman içimizde derin bir boşluk yaratır. Sanki bir yerde bizi bekleyen büyük bir cevap varmış da biz onu bulmak zorundaymışız gibi hissederiz. Oysa hayat, anlamlı olduğu için değil; bizim ona anlam vermeye çalıştığımız için yaşanmaya değer bir şeydir. Mesele, büyük cevabı bulmak değil; her gün küçük bir sebep yaratmak, anlamı o anda yeniden kurmaktır. Bu fark, düşünmekten çok hissetmekle ortaya çıkar. Sabah pencereden dışarı bakarken, biriyle aynı anda aynı şeye gülümserken ya da sadece günün sonunda derin bir nefes alırken hissederiz bunu. O anlarda cevap gelmeyebilir ama devam etme gücü gelir. Hayatın anlamı, bazen “neden” değil, “nasıl” yaşadığımızda saklıdır.
Bu coğrafyada bir gün yaşamak bile bir direniş olabilir. Özellikle gençler için bu direniş, sadece geçim derdi değil; varoluşsal bir boşlukla iç içedir. Üniversiteyi bitiren, iş bulsa da hayat kuramayacağını bilen gençler için anlam artık bir lüks değil; hayatta kalmanın en temel koşuludur. Çünkü anlam yoksa, çaba da anlamsızlaşır. “Neden yaşamaya devam etmek istiyorum?” sorusu artık bireysel sınırları aşmış, toplumsal bir soruya dönüşmüştür. Ekonomik krizler, umutsuzluk, yalnızlık, güvensizlik… Tüm bunların ortasında insanlar hâlâ birbirine sorular sorar, anlatır, bazen de sadece birlikte susmaya çalışır. Belki de hayata anlam vermek, tam olarak burada başlar: Her şey dağılırken bile bir arada kalma çabasında.
Anlamı dışarıda aramak çoğu zaman yanıltıcıdır. Çünkü içinde yaşadığımız düzen, bize hazır kalıplar sunar: “Başarı”, “kariyer”, “evlilik”, “aidiyet” … Çoğu zaman içi boşaltılmış bu kalıplar üzerimize giydirilir. Fakat bir noktada insan sorar: Bu bana mı ait, yoksa benden istenen mi? Cevaplar değil, sorular kurtarır bizi. Soru sormak, bir yere ait olmaktan çok, kendine sadık kalmaktır. Çünkü hayatı hep “bir gün her şey güzel olacak” diye değil, “bugün biraz daha dayanılır hale geldi” diye sürdürürüz. O küçük fark, hayatta kalmakla yaşamak arasındaki çizgidir.
Gerçekten dinlendiğimiz anlarda, sokakta karşılaştığımız tebessümlerde, karşılıksız iyiliklerde anlamı hatırlarız. Büyük teoriler ya da kalıplaşmış mottolar değil; küçük, sıradan ama samimi anlar yaşama cesareti verir. Belki de hayat, büyük anlamların peşinden koşmak değil; elimizde kalana tutunmak, bazen geride bırakmak, bazen de hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilerek devam etmektir. Anlam sabit değildir; biz değiştikçe o da değişir. Bugün anlamlı olan yarın yok olabilir, ama biz her seferinde yeniden bir şeyler buluruz. Çünkü anlamı aramak kadar, onu yeniden kurmak da insanın temel ihtiyacıdır.
Yaşamaya devam etmek istemek, içten içe hâlâ bir şeylerin mümkün olduğunu düşünmektir. Belki umut fazla gelir ama niyet diyebiliriz. Hayata dair küçük niyetlerimiz, anlamı bulmaktan çok ona yol açmakla ilgilidir. Ve nihayetinde, bu bir cevaptan çok karardır: Hayatın anlamını bilmiyoruz belki ama ona anlam vermeye devam etmek istiyoruz.









YORUMLAR