Son zamanlarda birçok insanın dilinde aynı cümle dönüp duruyor: “Hiçbir şeyin derinliği kalmadı.” İlişkiler hızlı başlıyor, hızlı bitiyor. Bir şey yaşanıyor ama adı yok. Yakınlaşılıyor ama bağ kurulmuyor. Sanki herkes, bir adım sonrası için plan yapmadan, sadece o anı geçiştirmek istiyor. Çünkü derinlik riskli. Gerçek bir bağ, insanı savunmasız kılar. Birini gerçekten tanımak, onun seni tanımasına da izin vermek anlamına gelir. Ve bu, artık birçok kişi için fazla tehlikeli. “Kırılmaktan korkuyorum” demek yerine “bağlanmak istemiyorum” deniyor. Oysa bağlanmamak da bir tür kırılma; yavaş, sessiz, içten içe süren bir yalnızlık.
Modern hayat, birçok şeyi hızlandırdı. Ulaşmak kolaylaştı ama kalmak zorlaştı. Mesajlar anında gidiyor, insanlar tanışıyor, konuşuyor… ama sonra hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşıyorlar. Çünkü yavaşlamak, bir duyguyu büyütmek, sabırla bir ilişki inşa etmek artık tercih edilmiyor. Zaman kaybı gibi görülüyor. İlişkiler de tıpkı sosyal medya gibi oldu: anlık, gösterişli ama geçici. Bir paylaşım kadar etkili, bir kaydırma hareketi kadar kolay silinebilir. Duygular hafifletiliyor. “Hissetmek” yorucu geliyor. Oysa hissetmeden yaşamak, insanı içten içe yoran bir boşluk bırakıyor. Birçok kişi güven eksikliğinden yakınıyor ama o güveni kurmak için adım atmıyor. Karşısındakine net olmak, duygusunu ifade etmek ya da sadece “ben ne istiyorum?” diye sormak yerine, belirsizlik içinde kalmayı seçiyor. Belki de bu yüzden ilişkiler değil, belirsizlikler yıpratıyor insanı.
Yüzeysellik alışkanlık haline geldi. Hatta normalleştirildi. İlişkilerde “fazla derinleşmek” bile garip karşılanıyor artık. Oysa samimiyet, derinlikten beslenir. Yakınlık sadece fiziksel mesafeyle ilgili değildir. Birini gerçekten duymak, anlamak, dinlemek gerekir. Ama kimse kimseyi duymuyor. Herkes sıranın kendine gelmesini bekliyor. Bu kadar çok iletişim aracına rağmen, insan kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Belki de bu yüzden, biriyle aynı dili konuşmak değil, aynı sessizlikte kalabilmek değerli hale geldi. Bugün kurulan ilişkiler, kısa vadeli çözümler gibi işliyor. “O an iyi geldiyse yeter” anlayışı hâkim. Ama bu geçicilik hissi, uzun vadede güven duygusunu aşındırıyor. İnsan artık sadece karşısındakine değil, duygularına da güvenemez hale geliyor.
İlişkilerin içi boşaldıkça, duygular da anlamını yitiriyor. Ne sevgiye tam güven kalıyor ne de ayrılığa tam bir yas. Her şey yarım. Ve zamanla insan, tamamlanmaya değil, eksik kalmaya alışıyor. Bu eksiklik önce duyguları, sonra güveni, sonra da birlikte olma hâlini eritiyor. Belki de artık soru şu olmalı: Gerçekten bir ilişki mi arıyoruz, yoksa yalnız olmadığımızı hissettirecek birini mi?









YORUMLAR