Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Veli Şahin
Veli Şahin

İğne ve iktidar

Bir siyasi iktidarın, ülkenin geçmişini “bir toplu iğne dahi üretememe” nosyonu üzerinden temellendirme çabası, ne salt bir bellek çarpıtması ne de basit retorik bir manevradır. Bu söylem, egemen sınıfın yeni temsilcileri tarafından, kendi iktidar dönemlerini tarihsel zorunluluğun ve yeniden doğuşun mutlak eşiği “sıfır noktası” olarak kodlamak amacıyla işletilen sofistike bir ideolojik operasyon, bir “zamanın gaspıdır.”

Bu “sıfır noktası” kurgusunun temelinde, yönetici sınıf içindeki bir hegemonya mücadelesi yatmaktadır. 1990’ların ekonomik krizleri ve siyasi istikrarsızlıkları, uluslararası sermaye akışlarına eklemlenmiş, yerleşik sermaye fraksiyonlarının siyasi tahakküm krizini yansıtmaktaydı. Yeni iktidar bloğu, kendinden önceki bu hegemonik fraksiyonun siyasi zaafiyetlerini ve ülkenin yapısal dışa bağımlılığını, kendi tarihsel meşruiyetinin temel dayanağı haline getiriyor. “Toplu iğne üretemiyorduk” retoriği, özünde, “Önceki sermaye rejiminiz bir yönetimsizlik kriziydi ve bu kriz, bizim iktidarımızı tarihsel olarak kaçınılmaz ve meşru kılan tek çözüm yoluydu” iddiasının kodlanmış ifadesidir. Böylece, sınıf içi gerçekleşen bir hegemonya devri, tüm yurttaşların ortak bir kurtuluş mitosuna dönüştürülmek isteniyor.

Ancak bu kurgunun asıl tahribatı, toplumsal hafızanın sistematik bir şekilde yeniden yazılmasından kaynaklanır. Eğer geçmiş mutlak bir yokluk olarak inşa edilirse, o dönemin sanayi tesislerinde emek süreçlerine dahil olan işçi sınıfının mücadele pratiği, sendikal mücadelelerle elde edilen haklar ve yurttaşların ortak mücadele birikimi anlamsızlaştırılır. “Sıfır noktası” nosyonu, geçmişin emeğini değersizleştirerek bugünün emekçilerini “tarihsizleştirir.” Emeğin tarihsel sürekliliği ve mücadelesi silikleştirildiğinde, günümüz işçi ve emekçileri, gerçekleştirilen her üretimi (tanktan iğneye) iktidarın lütfu olarak algılamaya yönlendirilir. Bu, emekçi sınıfların, ürettikleri değere sahip çıkma bilincinden uzaklaştırılarak, yönetenlere minnet duyan edilgen bir kitle haline getirir…

Bu anlatının “yerli ve milli” söylemiyle kuşanması da aynı ideolojik manipülasyonun bir bileşenidir. Geliştirilen silahlı araçlar veya diğer sanayi ürünleri, kamusal kaynakların (devlet kredileri, vergiler, ihaleler) yeni teşekkül eden sermaye gruplarına kitlesel transferiyle finanse edilir. Üretimin maddi temelini, yüz binlerce emekçinin kolektif çabası oluştururken, bu üretimden elde edilen artı-değer ve mülkiyet, devlet aygıtıyla simbiyotik bir ilişki içindeki yeni bir ekonomik sermaye kliğinin kontrolüne geçer. Bu bağlamda, “biz üretiyoruz” vurgusu, esasen yeni bir sermaye sınıfının birikim rejimini meşrulaştırma işlevi görür. Milliyetçi söylem, kaynakların bu sınıfsal transferini perdelemekte; dar bir zümrenin zenginleşme projesi, tüm yurttaşların yükselişi olarak pazarlanmaktadır.

Nihai kertede, bir iktidarın kendisini tarihsel bir yaratıcı güç olarak konumlandırması, derinleşen toplumsal eşitsizlikleri ve yapısal ekonomik sıkıntıları görünmez kılmanın en etkin yöntemlerinden biridir. İğneden tanka kadar tüm üretimin “mutlak yokluktan var edildiği” miti, ekonomik sorunların ve toplumsal uçurumların, ulusal bir gurur masalı altında eritilmesine hizmet eder. Oysa hakiki anlamda ilerleme, üretim süreçlerinin ve bu süreçlerin mülkiyetinin, onu yaratan emeğin geniş kesimlerinin ortak faydasına tahsis edilmesi sürecinde aranmalıdır. Aksi durumda, en ileri teknolojik kazanımlar dahi, iktidar eliyle tarihin manipülasyonuna ve emek üzerindeki sömürünün sürdürülmesine yarayan bir araç olmaktan öteye geçemeyecektir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER