Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Utku Çelik
Utku Çelik

Solun aynasında Türk kimliği

AKP iktidarının seçim kaybetme ihtimalinin giderek güçlenmesi, devlet aygıtı üzerindeki gerilimi de artırıyor. Muhalefet belediyelerine uygulanan baskı politikaları, belediye başkanlarını yıldırma girişimleri ve bir yandan farklı siyasi kesimlerle yürütülen pazarlıklar, aslında iktidarın da “gideceğini” bildiğinin bir itirafı. Dün karşısında “terörist” diye konumlandırdığı isimlerin bugün “sayın” unvanlarıyla anılması, vitrinde silahların bırakıldığına dair görüntüler verilmesi, kongreler ve dolaşıma sokulan mektuplar, esasen iktidarın otoritesini tahkim etmek için giriştiği manevralardan ibaret.

Parlamentoda kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” bu tartışmaların resmileştiği mecra oldu. MHP’nin “milli birlik” vurgusu, DEM Parti’nin “eşitlik” talebi, CHP’nin “anayasa’ya dokundurtmayız” söylemi, İYİ Parti’nin komisyondan çekilişi ve TİP’in “halkı bilgilendireceğiz” çıkışı, aslında her bir akımın toplumsal dayanaklarını da açığa çıkarıyor. Komisyona katılan şehit ailelerinden Cumartesi/Barış Annelerine kadar farklı toplumsal kesimler de bu çerçevede sözünü söyledi. Buradaki esas mesele, özellikle “Türkiyelilik” tanımı üzerinden yoğunlaşan kimlik tartışmasının, siyasal alanı yeniden şekillendirmesi.

Bugün “Türkiyelilik” kavramı giderek öne çıkarılırken “Türk” kimliği milliyetçiliğin tekeline terk ediliyor. Üstelik Türkiye solunun önemli bir bölümünde, özellikle 1990’lardan itibaren Kürt hareketi, yükselen İslamcılık ve sol-liberal eğilimlerin etkisiyle, “Türklük” sanki utanç duyulacak ya da gerici sayılacak bir kimlikmiş gibi algılanmaya başlandı. Bayrak, marş ya da “milli” kavramlar üzerinden sol-liberal çevrelerde süren mesafeli duruş, büyük ölçüde bu zihinsel iklimin ürünü.

Oysa 1960’lar ve 70’lerin kitleselleşen sosyalist hareketinde böyle bir sorun yoktu. Faşist saldırılarda öldürülen devrimcilerin tabutları Türk bayrağına sarılıyordu. Gezi direnişinde de ay yıldızlı bayrak, Atatürk posterleri ve sosyalist semboller yan yana taşınmış, kısa sürede “devletin sembolü” sanılan bayrak, halkın direnişinin ortak simgesine dönüşmüştü. 19 Mart’ta sokaklara dökülen vatandaşlar, Türk bayrağını sırtlarında ve göğüslerinde taşıdılar.

Bugün ise durum farklı: Türkiye solu, liberalizmin hegemonyası, Kürt hareketinin güçlü etkisi ve ümmetçi İslamcılığın meşruiyet dayatması arasında kimlik bunalımı yaşıyor. Solun kitlelerle bağ kurmakta zorlanmasının en önemli nedenlerinden biri de bu ideolojik karmaşa.

Oysa tarih bize başka bir şey söylüyor. Jön Türklerden Kuvayı Milliye’ye, TKP’den TİP’e, DİSK’ten FKF’ye, Dev-Genç’ten 70’lerin işçi hareketine kadar uzanan çizgide, ulusal, demokratik ve sosyalist mücadeleyi sırtlayan, bedel ödeyen, bu ülkenin tarihine damga vuran pek çok Türk devrimci vardı: Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Behice Boran, Kemal Türkler, Nâzım Hikmet, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Sinan Cemgil… Bu isimler yalnızca sosyalist gelenek açısından değil, halklarımızın ortak mücadelesi açısından da gurur duyulacak bir mirastır.

Bugün hatırlamamız gereken şu: Türk kimliği de en az Kürt, Ermeni, Rum kimliği kadar meşru, eşit ve onurlu bir kimliktir. Bunu inkâr etmek yerine, sosyalist hareketin tarihsel görevi olduğu gibi, bütün ulusal kimlikleri eşitlik zeminine oturtmak, halkların ortak kurtuluşunu savunmak olmalıdır. Ancak bu yapılırsa sol, yeniden meşruiyetini kazanabilir ve kitlelerle bağlarını güçlendirebilir.

Dolayısıyla, mesele “Türklükten uzaklaşmak” değil, onu milliyetçiliğin tekeline bırakmadan demokratik, özgürlükçü ve sosyalist bir ufukta yeniden sahiplenmektir. Solun önünde duran görev, bu anlamsız kompleksi geride bırakmak ve ulusal kimliklerle sınıf mücadelesi arasında doğru bağlar kurabilmektir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER